Cuma, Nisan 11, 2008

FELSEFE EĞİTİMİNDE EDEBİYATIN YERİ

Mustafa Günay

Giriş:
Bizde felsefe ve edebiyat ilişkileri yeterince incelenmediği gibi, felsefe eğitimi ve öğretiminde edebiyat eserlerinden nasıl yararlanılabileceği de pek incelenmiş bir konu değildir. Bu çalışmada amacım, edebiyat ve felsefe arasındaki sıkı ilişkilere değinerek, edebiyat eserlerinin felsefe öğretimindeki yeri ve işlevi üzerinde durmak istiyorum. Felsefe ve edebiyat arasındaki ilişkilere de değinerek, felsefe öğretiminde edebi eserlerden yararlanma yolları konusunda bazı öneriler ortaya koymaya çalışacağım.


Felsefe-Edebiyat İlişkisi:

Felsefe ve edebiyat arasındaki ilişkileri değerlendirebilmek için, öncelikle, felsefi olan ile edebi olanın niteliklerini belirlemek gerekir. Bu ise çok kolay değildir. Ancak yine de felsefe ile edebiyat arasında hiçbir ayrım yapılamayacağını söylemek doğru değildir. Bir eserin felsefe mi yoksa edebiyat alanına mı ait olduğu, bu eserlerin söylemine, tarzına, dili kullanma biçimine, felsefe ve edebiyat eserlerinin olmazsa olmaz özelliklerine dayanarak belirlenebilir. Ancak yine de bu konuda elimizde mutlak/kesin ölçütler bulunmamaktadır. Bu durumun en önemli nedeni ise, felsefe tarihinde yer alan pek çok filozofun felsefe yaparken aynı zamanda edebi bir tarza sahip olmalarıdır. Bu ise aynı zamanda felsefe-edebiyat ilişkilerinin çok eski tarihlerden bu yana sürüp gittiğinin de göstergesidir. Pek çok filozofun aynı zamanda önemli birer edebiyatçı olduğunu görebiliriz. Bunlar arasında Platon, Agustinus, Schopenhauer, Nietzche gibi isimler ilk akla gelenlerdir. Ancak felsefe tarihinin pek çok önemli filozofu ise eserlerinde edebi bir tarzı kullanmamıştır. Bu, onların filozofluklarından herhangi bir şey eksiltmiş değildir. “Bu örnekler bize şunu göstermektedir: iyi bir filozof olmak için iyi bir edebiyatçı olmak şart değildir. Yine aynı şekilde, iyi bir edebiyatçı olmak için de filozof olmak şart değildir.”(Gündoğan 2006:24) Burada belirleyici olan şey, filozofun felsefesini kurarken, dili kullanma biçimi ve bu konudaki seçimi ve kullandığı yaklaşımdır.


Felsefenin konu bakımından sınırlanmasının mümkün olmadığını, insanı ilgilendiren hemen her şeyin felsefenin konuları arasına girebileceğini söyleyebiliriz. Burada yapılabilecek ayrım, daha çok yöntem bakımından olabilir. Felsefi tutumları, ele aldıkları konuyu ve problemi inceleme yöntemi ve konuya yaklaşımı bakımından ayırmak söz konusudur. Bu konuda Betül Çotuksöken şunları söyler: “Kimi filozoflar, söylemlerini bilimle beslerken kimileri de sanat ürünleriyle, özellikle doğal dile dayalı sanatlarla, kısaca yazınla, edebiyatla beslerler. Hatta zaman zaman felsefi sunuşla, sanatsal sunuş iç içe girebilir ya da bir arakesit sunabilir. Bununla birlikte, durum ne olursa olsun, yine de felsefe kendisi olmaktan çıkmaz; salt sanat haline gelmez. Burada da belirleyici olanın büyük ölçüde bakış açısı olduğu anlaşılmaktadır.”(Çotuksöken 2006: 29)


Felsefe ve edebiyat ilişkilerinden söz edildiğinde, burada konunun iki önemli boyutu vardır: felsefenin edebi bir tarzda yapılması ve edebiyatta felsefi unsurların yer alması. Başka bir deyişle filozoflar düşüncelerinin anlatımında edebiyattan yararlandıkları gibi, aynı şekilde edebiyatçılar da eserlerinde felsefe yapabilmektedirler. Farklı yaklaşımları ve bakış açıları olsa da, felsefe ve edebiyat insana yönelmekte ve onun yaşama dünyasındaki problemlerini ve yaşantılarını anlamaya ve ifade etmeye çalışmaktadır. Edebiyatın felsefe tadı verebileceği gibi, çoğu yerde de felsefenin edebiyata yaklaştığını belirten Afşar Timuçin’e göre, “Edebiyatta felsefeyi felsefede edebiyatı bulduğumuzda uygar insanın gerekli bütünlüğüne kavuştuğunu, bütünsel insana yaklaştığımızı duyarız. Bu ikisi zaman zaman birbirlerine uzak dursalar da, hatta zaman zaman birbirlerinin can düşmanı gibi görünseler de, birbirlerine sen karışma der gibi baksalar da birbirlerinin az çok bağımlısı gibidirler. Felsefesiz edebiyat kim ne derse desin kabasaba bir yönelimin ürünüdür, edebiyatsız felsefe de bir çokbilmişlik bildirisinden başka bir şey değildir.”(Timuçin 2002: 9)


İyi bir edebiyatın da iyi bir felsefenin de “gelişmiş bir dil bilinci” üzerinde kurulabileceğini vurgulayan Timuçin’e göre, “Anlatım olanaklarını sonsuza doğru zorlayan gelişmiş bir dil edebiyata ne kadar gerekliyse felsefeye de o kadar gereklidir. Felsefenin dili de edebiyatın dili kadar incelikli olmak zorundadır. Yaşamın o gündelik akışında bile bu ikisi yani edebiyatla felsefe sık sık buluşurlar, bir buluşur bir ayrılırlar: felsefe yapanı edebiyat yapıyor diye, edebiyat yapanı da felsefe yapıyor diye algıladığımız hatta eleştirdiğimiz çok olur. Edebiyattaki felsefe ya da genel olarak sanattaki felsefe çok özel bir felsefedir, sanatlaşmış felsefedir. Edebiyata olduğu gibi konulmuş felsefe çok zaman sırıtır, iğreti kalır. Felsefedeki edebiyat da çok zaman yapmacık tadı verir. Neden? Felsefe yapan kişi özel olarak edebiyat yapmaya heveslenmiştir de ondan.”(Timuçin 2002: 10)
Felsefe edebi bir tarza dayanabileceği gibi, edebiyat eserlerinde felsefi nitelikler bulunabilir. Edebiyatın felsefeye bir somutluk kazandırması da söz konusudur. “Edebiyat, kavram analizlerinden uzaklaşarak, olayları somut bir hale sokmak suretiyle, felsefenin soyutluğunu ve kuruluğunu giderir.” (Gündoğan 2006: 25)

Felsefede içeriğin edebiyatta ise biçimin önemli olduğunu belirten Gündoğan’a göre, “Felsefi bir eser, bilgi veren, ele aldığı konuyu derinliğine inceleyen ve mantıksal bir akıl yürütme zinciri içerisinde irdeleyen bir eser olduğu için onda önemli olan içeriktir. Edebi eser ise içerikten ziyade biçime önem verir. Felsefi eser soyut, edebi eser ise somuttur. İnsan hayatı, onun varoluşu ve özgürlüğü gibi konular, felsefenin soyut diliyle anlaşılır kılı¬namaz. İşte bu durumda sanat devreye girer ve felsefeye somutluk kazan¬dırır. Bu türlü eserlerde hem biçim, hem de içerik birlikte önem kazanır.” (Gündoğan 2006: 25)


Felsefenin edebiyata yaklaşmasını ve ondan yararlanmasını gerektiren en önemli nedenlerin başında ise, soyut kavramlarla dile getirilmesi güç olan insan yaşantılarının edebi bir anlatımla somutluk kazanabilmesidir. Bu konuda aklımıza ilk gelen ve felsefe-edebiyat ilişkisinde de önem taşıyan bir akım olarak varoluşçuluktur. Gündoğan’a göre, edebiyatla felsefe arasındaki ilişkinin varoluşçulukta yoğunluk kazanmasını şöyle açıklayabiliriz: “Varoluşçulukta, bireysel insan hayatı ve varoluşunun tasviri önem kazanır. Bu tasvir, felsefenin soyut ve kuru kavramsal diliyle yapılamaz. Burada devreye edebiyat girer. Somut, subjektif, şahsi tecrübeleri olan bir varlığın tasvirini somut ve bireysel olayları, bireysel insan hayatını ve tecrübelerini en iyi şekilde edebiyat ve özellikle de roman yapabilir.”(Gündoğan 2006: 27) Burada edebiyatın bir anlatım aracı olarak felsefeye sağladığı katkı da söz konusudur. Başka bir deyişle, “edebiyat bir anlatım aracı olarak felsefeye hizmet etmekte, felsefenin soyut ve kuru kavramsal diliyle anlatılamayanlar, edebiyat ile anlatılabilmektedir. Artık edebiyat, sadece estetik bir heyecan uyandırmakla kalmayıp, belli bir düşünceyi de iletebilmektedir.”(Gündoğan 2006: 28)


Felsefe edebiyata yeni boyutlar kazandırdığı gibi edebiyat da felsefeyi somutlaştırmada önemli bir işlevi yerine getirmektedir. Ancak burada vurgulanması gereken bir nokta da şudur: edebiyat eserlerindeki felsefeyi anlamak ve görmek de önemlidir. Çünkü edebiyattaki felsefeyi görebilecek özel bir dikkat ve okuma biçimine sahip değilsek, örneğin bir romanı yalnızca olaylar örgüsü ya da bir şiiri imgelerden oluşan dizeler olarak algılama ve anlama durumunda kalabiliriz. Bu durum, edebiyat eserlerinden felsefe eğitiminden yararlanma konusunda da önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Timuçin’in deyimiyle “edebiyata içkin olan felsefeyi” görebilmek için, kişinin düşünme alışkanlığını edinmiş olması, eleştirel ve sorgulayıcı bir yaklaşıma dayanması gereklidir. “Özellikle sanat tarihinin temeline yerleşmiş olan büyük yapıtlarda birdenbire kendini açmayan ya da ilk bakışta görünmeyen, ancak iyi bir görü sahibine kendini sezdiren bir düşünsellik vardır, bu düşünsellik görünen düşünsellikten çok büyüktür ve bu yüzden kavranılabilmek için izleyicinin kavramada özel bir yatkınlığını gerektirir.”(Timuçin 2006: 12)



Felsefe Eğitiminde/Öğretiminde Edebiyatın Yeri ve İşlevi:

Felsefe problemlerinin ele alınmasında, işlenmesinde, edebiyat eserlerinden yararlanıldığı gibi, felsefe eğitimi ve öğretiminde de edebiyat eserlerinden yararlanılabilir. Felsefe problemlerini incelerken edebiyat eserlerinden sıkça yararlanan, felsefi söylemine edebiyattan da destekler sağlayan İoanna Kuçuradi, Etik adlı kitabında “etik ilişki”nin boyutlarının araştırılıp ifade edilmesinde edilmesinde, felsefe ve edebiyat arasında ilişki kurar. Önce Kuçuradi’nin “etik ilişki” hakkındaki tanımına bir göz atalım: “Etik ilişki, insanlararası ilişki türlerinden bir tanesi ve en temelde olanı: belirli bütünlükte bir kişinin belirli bütünlükte başka bir kişiyle ya da en geniş anlamda insanlarla -yüzyüze geldiği veya gelmediği insanlarla-, değer sorunlarının söz konusu olduğu ilişkisidir: eylemde bulunarak yaşadığı bir ilişki.”(Kuçuadi 1988: 3)


Kuçuradi, etik ilişkinin araştırılmasında edebiyat eserlerinin sağlam bir yer oluşturduğunu belirtir ve bunun gerekçelerini şöyle açıklar: “Gerçi, etik ilişki gibi, hem kendisi hem de onu meydana getirenler gerçek olan, dolayısıyla her biri tek –eşsiz- olan bu ilişkiler türünü nesne edinmenin güçlüğünü, felsefe araştırmalarının diğer nesne edindiklerine göre büyük güçlüğünü yadsıyacak değilim. Çünkü etik ilişkinin araştırılmasında tek ipucumuz –tek verimiz- kişilerin başka kişilerle ilişkilerinde veya durumlarda eylemleridir. Dikkatimizi yoğunlaştırdığımız alan, yaşayan kişilerin bitmez tükenmez bir defalık yaptıkları, bu arada da kendi yaptıklarımız olunca, adımlarımızı kaygan bir zemin üzerinde atıyoruz demektir. Ama yaşamdan çekip çıkardıklarımızda eksik kalanı giderebileceğimiz, tehlikeyi dengeliyebilmemizi sağlayan başka bir kaynak vardır: yazın yapıtları: roman, öykü ve oyunlar. Bu yapıtlar, çeşitli eylem olanaklarını çoğu kez temelleriyle birlikte vererek, araştırıcıya adımlarını güvenle atabileceği bir zemin sağlarlar. Ve söylediklerini başkaları için temellendirme gereğini duyarsa, araştırıcının yine başvurabileceği sağlam bir yer, bu yazın yapıtları olur.” (Kuçuradi 1988. 4)



Edebiyat eserlerinin, her şeyden önce, insanları felsefeye, eleştirel-sorgulayıcı düşünme tarzına hazırlama ve yöneltme anlamında bir işlevinden de söz edilebilir. Örneğin roman okumanın, özellikle klasik romanların kişiyi felsefeye, felsefe yapmaya hazırlayan bir yönü bulunduğunu belirten bir felsefecimiz de Bedia Akarsu’dur. Akarsu’ya göre, küçük yaşta okuma alışkanlığı edinen, nitelikli yapıtlarla tanışan kişiler, okudukları edebiyat eserleri ve toplumsal içerikli yazılar sonunda felsefe metinlerini okumaya yönelirler. Burada okumanın, sorunları görmeyi sağlaması, kişinin kendisine de bu sorunlar üzerinde düşünme ihtiyacını duyurması, kısacası “eleştirel düşünme”nin doğuşu söz konusudur. Akarsu’nun sözleriyle, “Eleştirel düşünme başlamıştır artık. İlginize ve yeteneğinize göre bilime de yönelebilirsiniz, edebiyata, sanata da. Eleştirel düşünüş olmadan ne sanatta, ne de bilimde yaratıcı olunamaz kanısındayım. Kısaca okuyarak eleştirel düşünüşe varılabilir; eleştirel düşünme olmadan da ne bilimde ilerlenebilir ne de sanatta. İşte özellikle edebiyat yapıtlarında her konu işlenmektedir ve bu konular çoğu kez felsefe sorunlarıdır. Örneğin Göethe’nin Faust’unda ele alınan bir felsefe sorunu değil de nedir? Tolstoy, Savaş ve Barış romanında sayfalar dolusu işlediği sorunlar birer felsefe sorunu değil midir? Felsefe bilimle ne denli bağıntılıysa edebiyatla da o denli bağlantılı.” (Akarsu 2005)


Türk felsefesinde kendine özgü bir yeri olan ve aynı zamanda denemeci kimliğiyle de tanınan Nermi Uygur da, edebiyatın “vazgeçilmez bir eğitici” olduğunu ifade eder: “Vazgeçilmez bir eğiticidir edebiyat. İnsan da eğitimle insan olduğuna göre pekçok eksik kalır edebiyatsız. (…) Nedense unutulan ya da önemli değilmiş gibi geçiştirilen bir katkı sağlar edebiyat insan-varoluşuna: insana özgü bir duygu dünyasının kurulup gelişmesinde büyük payı vardır edebiyat ürünlerinin. Bakış açılarına göre değişik adlar takılabilen çeşitli yaşama-dünyalarına açık bir bütündür insan: şu bu yöne indirgenip bölünemez aslında. Gene de akıl, mantık, matematik, genellikle de bilimsel bilgiler dışında, tutku, özlem, düş yetisi, sevgi, umut gibi birçok yaşama uzanışları var ki, bunların tümüne birden insanın duygu boyutları gözüyle bakabiliriz. İşte edebiyat bu boyutları genişletmekte zorunlu bir yardımcısıdır insanın.” (Uygur 1985: 158-159)


Edebiyat eserlerinde insanın kendini bulabileceği ve kendini öğrenebileceği konusunda ise Uygur şunları söyler: “Ben neyim? Kimim ben? Nasıl bir şeyim ben? Çeşidinden sormadan edemeyeceğimiz soruları en iyi aydınlatan, hiç olmazsa aydınlatabilecek ipuçları veren etkinlik alanıdır edebiyat. “Sen seni bil” diye buyuran eski bilgeler, sahne yazarlarının, ozanların, sözle anlatma sanatçılarının ürünlerine itelemekteydi aslında herkesi. Aracısız, kendini tanıyamaz hiç kimse. Her insanteki öylesine yapışıktır ki kendisine, ancak edebiyat ustalarının, bildik bilmedik duygu yaşantılarını girdi çıktısıyla dile getirmesi üzerine özkimliğini kavramaya başlar insan. Edebiyatla kendisini bulabilir insan, çünkü en çok kendisinin olan yönüyle, duygu biricikliğiyle edebiyatta rastlar kendisine.”(Uygur 1985: 160)


Uygur’un yukarıdaki sözlerine somut bir örnek olarak, Exupery’in Küçük Prens, Samed Behrengi’nin Küçük Kara Balık adlı kitaplarını anabilirim. Behrengi’nin kitabında, küçük kara balık bakın neler söylüyor: “Ben yaşamın nasıl bir şey olduğunu öğrenmek istiyorum; durmadan aynı şeyleri yapmak, yaşlanana kadar başka bir şey yapmadan yaşamak olamaz; dünyada yaşamanın anlamı bundan daha fazla olmalı.” (Behrengi 2001: 14) Varoluşun anlamı üstüne düşünen ve sorular soran küçük balığın sözleri: “(…) Ben yalnızca sağa sola dolaşıp durmaktan bıktım, can sıkıntısının içinde yüzmek istemiyorum artık, bir nedeni olmadan da mutlu olmak da istemiyorum; günün birinde gözlerimi açıp hepiniz gibi yaşlandığımı, ama hala aynı balık olduğumu, ilk başta bildiğimden fazla bir şey bilmediğimi görmek istemiyorum.” (Behrengi 2001: 16)


Behrengi’nin kitabı, kendini, yaşamı ve dünyayı tanıma ve öğrenme süreci içindeki insanın anlatımıdır. Bu ve benzer kitaplar lise düzeyinde ve özellikle de ilköğretim düzeyindeki öğrencilere, düşünmesini, soru sormasını öğretebilir, en azından bu konuda önemli katkılar sağlayabilir. Yine Behrengi’nin Bir Şeftali Bin Şeftali kitabı da bu anlamda önemlidir. Exupery’nin Küçük Prens adlı kitabı ise artık bir klasik durumundadır. Çoğunlukla bir çocuk kitabı olarak tanınmakla birlikte, aslında büyüklerin de zevkle okudukları bir kitaptır. Bu kitapla ilgili olarak Nurak Direk’in Küçük Prens Üzerine Düşünmek adlı kitabı, bir edebiyat eserinden felsefe eğitiminde-öğretiminde nasıl yararlanılabileceğini değişik boyutlarıyla ortaya koyan ve özellikle felsefe öğretmenlerinin ilgisini bekleyen bir kitaptır. Direk’e göre, “Gençlerde felsefe sevgisi, salt geçmişteki felsefeleri öğretmekle yaratılamaz; ancak gencin günlük deneyimlerinden, yaşadığı problemlerden yola çıkarak uyandırılabilir. Felsefe “şimdi” ve “burada” olan üstünde düşünmekle başlar. Çocuklarla ve yetişme çağındaki gençlerle felsefeye başlamanın en iyi yolu onların yaşadığı dünyadan fazla uzak olmayan sanat yapıtlarından yararlanmak ve ilgi duydukları konularda farklı bakış açıların örnekleyen, özenle seçilmiş metinler üzerinde tartışmaktır.”


Felsefenin konularına-problemlerine göre uygun edebiyat eserleri ya da bu tür eserlerin belli bölümleri seçilebilir. Ancak bu seçimde hangi düzeydeki öğrenciye sesleneceğimiz de önemlidir. İlköğretim, lise ve üniversite düzeyindeki öğrenciler için, seçilecek ve değerlendirilecek eserler farklı olacaktır elbette. Ancak her düzeydeki öğrenciye yönelik olarak uygun eserleri bulmak mümkündür. Örneğin Dostoyevski’nin yüzlerce sayfalık romanı Karamazof Kardeşler’in tümü değilse bile, “Büyük Engizisyoncu” adlı bölüm, inanma sorunuyla ilgili olarak okunup değerlendirilebilir. Yine Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar romanı da uygarlık ve insan doğası kavramı çerçevesinde ele alınabilir.


Felsefe-edebiyat ilişkileri bağlamında incelenebilecek ve felsefe eğitiminde de yararlanılabilecek yazar-düşünür ve kitapların birkaçı arasında şunlar sayılabilir: Albert Camus: Yabancı, Veba, Satre: Bulantı, Özgürlüğün Yolları, Ömer Hayyam’ın rübaileri, Edip Cansever’in, Melih Cevdet Anday’ın şiirleri, Orwell’in 1984 adlı romanı…Elbette daha pek çok eser sayılabilir. Ayrıca MEB’in seçtiği 100 temel eser arasında felsefe öğretiminde yararlanılabilecek kitaplar mevcuttur.


Bilindiği gibi, gelecek yıldan itibaren orta öğretim düzeyinde seçmeli olarak bir “Düşünme Eğitimi” dersinin konulması tasarlanmakta ve bu konuda çalışmalar sürdürülmektedir. Direk, dokuz yaşından başlayarak düşünme eğitimi yapılabileceğini belirtir: “Felsefe formasyonu olan öğretmenlerin, felsefi içerikli öykülerle yapacağı çalışmalar, çocukları, hem okudukları hem de deneyimleri üzerinde kafa yorarak içinde yaşadıkları bu karmaşık dünyayı anlama olanağına kavuşturabilir. Çocuklar ve gençlerle felsefe çalışmalarına başlarken seçtiğimiz konuya uygun yazınsal bir metinle işe başlamanın çok yararlı bir başlangıç olacağı kanısındayım.”(Direk 2002:6) Bu nedenle burada hangi edebiyat eserinden ne şekilde ve hangi amaçla yararlanılabileceği büyük önem taşımaktadır. Bu konuda bize yardımcı olabilecek kişilerin başında da, edebiyatla ilişki kurarak felsefeyle uğraşanlar gelmektedir. Örneğin Kuçuradi, özellikle etikle ilgili konularda edebiyattan örnekler vermekte, ahlak felsefesinin somutlaşmasını sağlamaktadır. Uludağ Konuşmaları kitabında “özgürlük” ve “ahlak” kavramlarının ele alınışında bazı edebiyat eserlerinden de yararlanılmaktadır. Bu eserler arasında Camus’nın “Veba”sı, Victor Hugo’nun “Sefiller” romanı, Jean Anouilh’un “Becket ya da Tanrının Onuru” adlı oyunu yer almaktadır.



Sonuç ve Değerlendirme:

Çağdaş dünyada felsefe eğitimi, temel insan haklarının yaşama geçirilmesi konusunda vazgeçilmez bir temel koşul olarak kabul edilmektedir. Bu anlayışa bağlı olarak da pek çok ülkede felsefe eğitiminin, ilköğretimden başlayıp ortaöğretimin sonuna kadar devam ettiğini saptamak mümkündür. Çocuklar İçin Felsefe Eğitimine, Bulgaristan’da ilköğretimin 4. sınıfından itibaren seçmeli olarak, İspanya’da 6 yaşından itibaren seçmeli, 12 yaşından itibaren ise zorunlu olarak, İtalya’da ilköğretimde seçmeli ders olarak, eğitim programlarında yer verilmiş bulunmaktadır. Adı anılan ülkelerden başka, Romanya, Kore, Avustralya, Brezilya ve Kanada gibi pek çok ülkede çocuklara yönelik felsefe dersleri eğitim sürecinde yer almaktadır. Bu açıdan bizde konunun üzerinde düşünülmesi ve bir karara varılması gerekli görülmektedir. Çünkü geleceğimiz demek olan çocuklarımızı böyle bir etkinlikten yoksun bırakmanın acı ve düşündürücü sonuçları ve görünümleriyle hayatımızın her anında karşılaşmamız söz konusudur. Yukarıda belirttiğim gibi, İlköğretime konulacak ve felsefi düşünmeyi sevdirmeye ve bu düşünüş tarzına yöneltmeyi amaçlayan bir ders ve bu konudaki eğitici yayınlar,, hiç şüphesiz lise ve üniversite düzeyindeki felsefe eğitimini de olumlu olarak etkileyebilir.
İnsanları insan kılmak açısından, edebiyata büyük bir görev düştüğünü belirten Uygur’un sözleriyle yazımı bitiriyorum: “İnsanı insana yaklaştırır edebiyat. Edebiyatın, insanı türdaşlarına yabancılaştırdığını söylemek yersiz bir genellemenin tuzağına düşmektir. ‘Kötü’ insandan da söz etse, insanı insana tanıtır; insanı ülküleştirerek de açıklasa, insan varoluşunun nasıllığına aydınlık getirir edebiyat. Okuyucunun anlayış ve duygudaşlıkla kendi tekbenine özgü çevreyi aşmasına, insan olanaklarının çeşitliliğine ilişkin bir bilinç elde etmesine yolaçar edebiyat.”(Uygur 1985: 162)


KAYNAKLAR:

Bedia Akarsu, “Prof. Dr. Bedia Akarsu ile Çağın Olaylarına Bakış” adlı söyleşi, H.Haluk Erdem-A. Ekber Ataş-M. Günay, Yeni Adana, 9 Kasım 2005.
Samed Behrengi, Küçük Kara Balık, Çev. İlknur Özdemir, Can Yayınları, 2001.
Betül Çotuksöken, “Edebiyatla Beslenen Felsefe: İoanna Kuçuradi’nin Söyleminden Bir İzlek”, Özne Felsefe Sanat Seçkisi, 6. Kitap, Bahar 2006.
Nuran Direk, Küçük Prens Üzerine Düşünmek, Pan Yayınları, 2002.
Ali Osman Gündoğan, “Edebiyat ile Felsefe İlişkisi Üzerine”, Özne Felsefe Sanat Seçkisi, 6. Kitap, Bahar 2006.
İoanna Kuçuradi, Etik, 1988.
Afşar Timuçin, “Felsefesiz Edebiyat Edebiyatsız Felsefe Olur mu ya da Olmalı mı?”, Felsefelogos, sayı: 17, 2002/1-2.
Nermi Uygur, İnsan Açısından Edebiyat, Remzi Kitabevi, 1985.




Hiç yorum yok: