Pazartesi, Ekim 16, 2006

TARSUS’TA FELSEFEYLE GEÇEN BİR GÜN

TARSUS’TA FELSEFEYLE GEÇEN BİR GÜN

Tarsus’a doğru yola çıktık, güzel bir cumartesi sabahı. Yedi Ekim İkibin altı.. Güneşli güzel bir güz günü…Suat hoca felsefe etkinliğinin yapılacağı kilisede heykel sergisinin düzenlemesini yapacak. Adnan hoca da bir konuşma yapacak. Mersinden gelecek arkadaşlarla da bu vesile ile görüşmek güzel olacak.

Tarsus’a yarım saatlik bir yolculuktan sonra varıyoruz. Ancak kiliseyi bulmamız biraz zaman alıyor. Çünkü yanlışlıkla St. Paul kuyusuna gidiyoruz, oysa St. Paul kilisesi farklı bir yerde. Neyse birkaç kişiden doğru adresi öğrenip, oraya da ulaşıyoruz. Mersinden gelen arkadaşlar ve bazı öğrenciler de bizimle aynı hataya düşmüşler.

Hava oldukça sıcak olacak gibi, güneşin yakıcılığını daha sabah saatlerinde hissediyoruz. Bahçede bir grup öğrenci oturmuş, biraz onlarla konuşuyoruz. Çoğu Mersinden gelmişler. Etkinlik salonunda bizim öğrencilerimizden de birkaç kişi ile karşılaşıyoruz.
Konuşmaların başlamasında daha zaman var, hocalardan da kimse yok ortalıkta. Kilisenin karşısındaki çay ocağına gidip oturuyoruz. Çay içmeden güne başlamak olmaz. Kahvede birkaç kişi var, oyun oynuyorlar. Kahveler zaten zamanın harcandığı mekanlar değil mi?

İkinci çaylarımızı içerken sokaktan geçen Nazmi Bayrı ve Ali Osman Beyi görüp sesleniyorum. Çayların eşlik ettiği bir sohbet başlıyor aramızda. Biraz sonra kalkıp kiliseye doğru yöneliyoruz, vakit geldi sayılır.

Konuşmacı hocalar ve Aratos dergisinden etkinliğin düzenleyicisi Uğur Pişmanlık da gelmiş. Bu arada hoş rastlantıların beni beklediğini görüyorum. Önce Harun Tepe…Perşembe ve Cuma günü Mersin felsefe günlerine gidememiştim, derslerimden dolayı. Harun hoca da Tarsus’u görmek ve etkinliği izlemek için gelmiş, akşama dönecek Ankara’ya. Sanırım en son 4-5 yıl önce Muğla felsefe günlerinde birlikte olmuştuk. İşte böyle etkinliklerin güzel bir yanı da bu felsefecileri de buluşturması. Başka bir sürpriz daha: Doğan Özlem hocam da buraya gelmiş. Onu görmem de hoş bir rastlantı oldu.
Biraz sonra içeri giriyoruz. Bahçedeki heykellerin arasından geçerek. Heykel sergisi ortamla bütünleşmiş gibi görünüyor.

Salon oldukça dolu sayılır. Boş sandalye yok gibi. Dinleyicilerin büyük bölümü öğrencilerden oluşuyor. Ancak daha sonra Uğur beyin söylediğine göre, Tarsus’tan kimsenin katılmayışı oldukça düşündürücü. Birkaç kişi görüyorum, belli ki öğrenci değiller. Ama tanımıyorum. Oysa ilk kez düzenlenen felsefe günleri etkinliğine, Tarsus’luların da ilgi duyması ve katılımı beklenmez miydi? Ayrıca Aratos dergisinin Tarsus’ta üç yüze yakın abonesi-okuru olduğunu biliyorum. Ama demek ki çoğu gelmemiş felsefe söyleşilerine.

Felsefe oturumu öncesi, birkaç kısa açış konuşması yapılıyor. Aratos dergisi adına Uğur Pişmanlık ve yayın kurulu üyesi Eyüp Erdoğan konuşuyor, etkinliği destekleyen kuruluşlardan Test Teknik dersanesi adına da Cemal Temel bir konuşma yapıyor.
İlk oturumun konuşmacıları, artık emekli olan, ama felsefe çalışmalarını yoğun biçimde sürdüren Uluğ Nutku ile Kocaeli Üniversitesi felsefe bölüm başkanı Sinan Özbek. Sinan Özbek çeşitli kitapları ve yaklaşık on yıldır yayınladığı Felsefelogos dergisinin yayın yönetmeni olarak tanınıyor. Oturum başkanı ise Doğan Özlem.

İlk günün ana konusu: Savaşlar ve insanlığın geleceği. Önce Uluğ hoca söze başlıyor. Ama mikrofon olmadığın sesler duyulmuyor. Bu nedenle dinleyiciler sandalyelerini öne doğru çekerek konuşmacıların etrafını kuşatıyorlar. İnsanı savaşmaya yönelten nedenleri ve çözüm önerilerini irdeleyen konuşmasında Nutku, aslında savaşın ortadan kaldırılmasının mümkün olduğunu belirtiyor. Ancak bunu başarabilmek için yapılacak çok şey var: insanın doğa ile ilişkisini değiştirmesi, doğanın kendisine değil kendisinin doğa için olduğunu benimsemesi, bir “yetinme iktisadı” oluşturması gerek.. Nutku savaş sorununa ilişkin cevabın ancak “gereklilik kipinde” verilebileceğini söylüyor ve bütün devletlerin ordularını aynı anda ortadan kaldırarak bir “dünya barış gücü”nün kurulabileceğini belirtiyor.

Sinan Özbek de konuşmasında, “nasıl oluyor da savaş oluyor?” sorusundan yola çıkarak, kitlelerin savaşa hazır olmasının ve bunu istemesinin nedenlerini irdeledi. Özbek savaşı incelerken, ekonomik politik unsurların göz önünde bulundurulmasının gerekli olduğunu da vurguladı. Savaşın insanın psişik doğasının bir sonucu olmadığını savunan Özbek, savaşa bir etik anlam verilip verilemeyeceğini de tartışarak, doğal iktidar gruplarının çıkarlarının önemine işaret etti. Özbek’e göre, günümüzde ekonomik krizlerin militer krizlere dönüştürülmesi de söz konusu. Konuşmasında St. Thomas’da geçen “başkaldırma hakkı” kavramına da gönderimde bulunan Özbek’in özellikle Kant ve Habermas’a yönelik eleştirileri felsefeciler arasında da tartışmalara yol açtı.

Öğle üzeri yemek için oturuma ara verildi. Dışarı çıktığımızda havanın daha da ısınmış olduğunu hissettik. Sokaklarda gölgelerden yürüyerek yemek yiyeceğimiz lokantaya doğru yürüdük.

Öğleden sonraki oturumun konuşmacıları Mersin felsefe bölümünden Çetin Veysal ve Çukurova Üniversitesi felsefe öğretmenliği bölümünden Adnan Gümüş idi. Oturum başkanlığını ise Hacettepe Üniversitesi felsefe bölümünden Harun Tepe yürüttü. İlk konuşmacı Veysal da konuşması içinde Kant’ın insan anlayışını eleştirerek, savaşın koşullara bağlı olduğunu belirtti. Sabah oturumundaki felsefeciler gibi Veysal da, savaşın insan doğasından kaynaklanmadığını vurguladı. Adnan Gümüş de savaşın, insanın bir özü olmadığını belirtti. Konuşmasında savaş kavramı kadar şiddet kavramına ve çeşitli şiddet tiplerine değinen Gümüş, en yoğun şiddetin, dolaylı şiddet olduğunu söyledi. Konuşmasını şiirler ve fıkralarla da renklendiren Gümüş, dolaylı şiddetin günümüzde işleyen mekanizmalarından da söz etti.

Konuşmaların tamamlanmasından sonra, dinleyicilerin sorularına geçildi. Sorular ve verilen yanıtların da ortaya koyduğu bir sonuç ise, savaş ve savaşla ilgili bütün kavramlar arasında bir kargaşanın bulunduğunu gösterdi. Savaş denilince ne anlaşılacağı, mücadele, kavga, tartışma vb. bir dizi kavramın savaş olup olmadığının da belirsiz olduğu ortaya çıktı. Savaşlar ve insanlığın geleceği hakkında daha çok konuşulacak ve tartışılacaktır. Bu tartışmalarda ve araştırmalarda ise, felsefenin savaşla ilgili kavramların ve anlayışların aydınlatılmasında önemli bir işlevi bulunduğu görülmektedir.
(7 Ekim Cumartesi 2006)

Hiç yorum yok: