Pazartesi, Temmuz 10, 2006

İnce Memed Heykeli önünde, Hemite Köyü-Osmaniye, Haziran 2006
YAŞAR KEMAL’İN KONUŞMASI-Sabancı Üniversitesi kapanış töreni
'Halkların türkülerini yaratanlar kanunları yapanlardan daha güçlüdür'

Sözlerime Miletli filozof Thales'le başlayacağım. Thales milattan önce 624'te doğdu, 548'de öldü. Thales'i nereden çıkardın diyeceksiniz. Yıllardır onun birkaç sözüyle birlikteyim. Bu sözleri bana eski Yunanca dan Halikarnas Balıkçısı çevirdi. O gün bugündür dilimden düşürmedim. Thales diyor ki: "Halkların türkülerini yaratanlar kanunları yapanlardan daha güçlüdür."

Sizlerin bundan sonra, yeni dünyalarınız, yeni çabalarınız olacak, size başarılar ve mutluluklar diliyorum. Sizleri okullarda başarılı olasınız diye okuttular. Ama mutluluğun kitabını öğreten yok. Onu siz öğreneceksiniz. Her insanda mutluluk gücü vardır. İnsanlara en büyük yardımcı da yaşama sevincidir.

Ben size şöyle böyle yaparsınız diyemeyeceğim. İnsanlar başka başkadır. İnsan tek gelir dünyaya, tek gider. Mudu olmak yolunu kimse kimseye öğretemez. İnsan mutluluğun yolunu kendisi bulur. Belki de insan hiç beklemediği sırada muduluk onun karşısına çıkar.
Benim bir arkadaşım vardı, muduluğu yayla-sıydı. Yaylasındaki çınarın altıydı. Bir de yayladaki sedir ağacının altıydı. Arkadaşım öylesine muduydu, sevinçliydi ki akla hayale sığmazdı.
Onun yanına gelenler, onunla konuşanlar sevinçle dolardı. Çok da güzel türküler söylerdi. Onun türküsünü dinleyenler hastayken iyi olurlardı. Bir gün onun yaylasına gittim, sedirin altında yatar buldum. Beni görünce sevindi. O gün akşama kadar sedir ormanının içinde dolaştık. Toroslar'da, başka bir yerde olmayan bir nane türü var, ondan birer kucak topladık. Çadıra geldik, ilk işimiz topladığımız naneleri yastık kılıflarına sokmak oldu.

Benim uyumam zordur, kolay kolay uyuyamam. O gece başımı yastığa koyar koymaz hemen uyudum. Şimdiye kadar hiç böyle uyuma-mıştım. Sabahleyin uyanınca evin insanlarına uykumu söyledim. Orada insan hep benim gibi uyurmuş. Orada bir hafta kaldım, hep böyle uyudum. Sonra bir daha o yaylaya gidemedim.
Dilerim sizlerin de hep sığınacak bir yaylanız olsun, çünkü sizi bekleyen dünya zor.

Sizleri bekleyen dünyada neler en belirgin?
Sizin kuşağınızın üstesinden gelmesi gereken sorunlar ne?
Dünyamızdaki yokluk, açlık, tamamen bozulmuş bir gelir dağılımı...
Dünyadaki dillerin yok olması, kültürlerin yozlaşması...
En önemlisi de doğanın kırımı, doğa kırımıyla birlikte insanoğlunun soyunun da tükenmesi...
Karşılarında da mücadeleniz için dayanağınız, bilim ve sanat.

Tüketilen dünyanın çığlığı, dünyanın her yerinde kendini duyuruyor. Ben çoğu kez yılanın kabuk değiştirmesi örneğini veririm. Çünkü yılanın kabuğundan sıyrılması inanılmayacak kadar zor bir iştir. Görmeyen bu acıyı, zorluğu hayalle-yemez bile. Ben birkaç kere yılanın kabuk değiştirmesini gördüm. Yürek paralayıcıydı.

Çağımızda dünya her yönüyle kabuk değiştiriyor. Değerler alt üst olmuş. İnsanı insan yapan birçok değer yok oluyor. O yok olan değerlerin yerine de hiçbir değer gelemiyor.
Böylesine kabuk değiştiren bu dünyada, yılan kabuğunu değiştirirken onun yerine başka bir kabuk, hazır geliyordu. Ölen değerlerin yerine, o çapta bir değer gelmiyor. İnsan bu değişimin acısını yürekten duymaz olur mu? Her insanın yüreğinde değerlerinin yok olma acısı var, durmadan da bu yara kanıyor.

Dünyamızdaki değişim doğal bir değişim olsaydı, yani ölen bir değerin yerine onun daha gelişmişi gelseydi, başka bir kültürden söz edilebilirdi. Sorun, toplumlara yapay bir kültürün, yani tüketim kültürünün zorla, çok gelişmiş iletişim araçlarıyla kabul ettirilme sorunudur. Bu gelen yapay tüketim kültürü uydurmadır, insanlığın gelişmesinde doğal bir sonuç değildir, bir çarpıklık, bir hastalıktır...

Bugünkü dünya düzeni dünyamızı bitirebilir. Doğa kırımı, savaş kırımlarıyla başa baş gitmeye başladı. Doğa kırımını kim yapıyor? Bunu teknolojinin üstüne atıyorlar. Teknoloji kimin elinde, insanlığı sömürenlerin elinde. Savaş ve doğa kırımı sürdüğü sürece insanlığın sonu, yani kıyamet gittikçe yaklaşıyor diyebiliriz. Çoğunluk doğayla birlikte kendi soyunun yok olacağı bilincinde de değil. İnşallah tez günde geleceğimizi görür de, şimdiden gerekeni yapma gücünü kendimizde buluruz. Hemen bilinçlenmeye başlamazsak, böyle haran küren gidersek, sonumuz çabuk gelecek.

Elbette, bir yönüyle, insanlık büyük bir aşamadadır. Bu büyük aşama içinde, teknolojinin baş döndürücü hızı yadsınamaz. Yadsınamaz da değil, hayran kalınacak bir gelişme. Ama bütün bunlar insanlığımızdan, doğamızdan ne aldı götürdü, bunun dökümünü yapan bir babayiğit çıkmış değil şimdilerde. Teknoloji, dünyamızı çıkarları uğruna bu hale getirmiş bir azınlığın elinde. Teknoloji, insanlık değerlerine sahip çıkanların eline geçince, can çekişen dünyamızı kurtaracak gene teknoloji olacaktır.

Bilimde ve sanatta atlamalar olamaz. Her yeni oluşum eski zincirin son halkası olabilir. Örneğin, bugün mitolojiyi, on dokuzuncu yüzyıldan daha iyi anlıyoruz. Bir romancı, bir şair, bir ressam, insan gerçeğine varmayı dilerken, yaşamımızdaki mide-ri, düşleri kolay kolay loılak ardı edemiyor. Kurulan düşlerin, mit dünyalarının insan yaşamında payının büyük olduğunu artık herkes biliyor.

Büyük, ölümsüz saydığımız klasiklerin yaşamaları da epeyce ilginç. Çünkü her çağın insanı, klasiklere kendilerinden bir can, bir yaşam gücü katıyor. Kendi çağıyla büyük klasikleri zenginleştiriyor, ona katkıda bulunarak kendi çağdaşı gibi onunla bütünleşiyor. Biz her çağda kişi olarak, toplum olarak klasikleri yeniden yaratıyoruz. Eğer biz bugün İlyada'yı okuduğumuzda, birçok sözcüğünün, deyiminin anlamı yittiği, değiştiği halde onlardan bugün yazılmışçasına tad alabiliyorsak, onları kişiliğimizde yeniden yaratıyoruz-dur. Hem okuyucu, hem sanatçı olarak...
Sanat, çağımızın tüketici oburluğunun, bu insanca olmayan davranışının karşısına çıktıkça gerçek sanat olabiliyor. Biliyoruz, bu karşı çıkma hiç de kolay değil. Sanatsal karşı çıkmalar, ancak politik karşı çıkmalarla birleşince sağlıklı ve etkili olabiliyor. Gerisi biraz da laf ü güzaftır, gerisi tüketicinin oburluğuna katkıdır demeye de dilim varmıyor. Çünkü ne olursa olsun, her biçim sanatın birinci işi başkaldırıdır.

İşte kökeninde başkaldırı olan sanat, çağımızın ilerici insanlığıyla birlikte başkaldırdıkça, kalıcılığını gerçekleştirecektir. Sanat, çağımızda da insan soyunun, başına gelen tüketicilik hastalığıyla, bütün değerleri aşındıran, yok etmeye çalışan bu belayla elbette savaşacaktır.
Dünya dünya oldu olalı çok mecbur insan çıkmış, İsa'dan Che Guavera'ya. İnce Memed'lerin çıkış noktası da bu. Bu dünya, başkaldırının sırtında duruyor. İnsanlık birçok değerini yitiriyor. Bu gidişle çok da yitirecek, eğer birgün insanlık başkaldırma değerini de yitirirse, kişisel, hem de toplumsal başkaldırı niteliğini unutursa, işte o zaman ayağa kalkamaz, yok olur. Ben, her insanı yaratıcı saydığım gibi, her insanın içinde de bir başkaldırı kurdu olduğuna inanırım. O başkaldırı "mecbur" insanı da yaratır. Onun için İnce Memedler, her çağda olacaktır.

Şunu hiç unutmamalıyız, bütün değerleri aşındıran tüketim biçimi yaşayış, önce sanatı vuracaktır. Sanat insanlığın sağlığıdır, insanlığın değerlerine sahip çıkmasının bir simgesidir. Bu simge özsel niteliklerini korudukça, öteki değerlerin de bir çeşit savunucusu olacaktır. Bunu bilen tüketimcilerin de boy hedeflerinden birisi sanat olacaktır.

Tüketim toplumunun ne olduğu üstünde durursak, dünyamız üstüne daha sağlıklı yorumlar yapabiliriz. Tüketim toplumu bir doyumsuzlar toplumudur. Her gün, her an yeni duyumsuzluklar yaratılıyor ve insanlar birer obur canavar haline getiriliyor. Sanat bu duyumsuzluğa, oburluğa, bu sakatlığa uyum sağladığı sürece ortalıkta cılız bir görüntü olacak, sonra da yitip gidecektir.

Çağımızda tüketimcilerin getirmeye, topluma benimsetmeye çalıştığı bir kültür var. Bu, yapay bir kültürdür. Tüketicilik insanlık yaşamında ne kadar yapay bir olaysa, kültürü de öylesine yapay olmalı değil mi? İşte bu yapaylık gerçek kültürün yerini alabilir mi? İnsanlık, binlerce yıldır geliştirdiği, yarattığı, koruduğu değerlerinden bu kadar çabuk vazgeçecek mi? Kendisini üreten ve yaratan insanoğlu, bu büyük yeteneğine gene başvurmak, bunun için de büyük bir savaşım vermek gereğini duymayacak mı? Ben büyük maceralardan geçerek gelmiş büyük insanlığın, değerlerini korumak için canını dişine takacağına inanıyorum. İnsanlığın birikimi günümüzün bütün olumsuzluklarının üstesinden gelebilir.

Bugün sanada ilgilenmek için, kitap okumak için insanların daha çok vakideri var. İnsanların boş zamanı bugün dünkünden o kadar çok ki... Dünün ev kadınıyla bugünün ev kadınını biraz karşılaştıralım, bugün çamaşır makinası, bulaşık makinası, buzdolabı... Bunun gibi bildiğimiz bir çok kolaylıklar... İnsanlar sanata zaman ayıramıyorlarsa vakitsizlikten değil, başka sebeplerden dolayıdır. Sorun vakit sorunu değil, gerçek kültürün, insan değerlerinin çağımızda yara almasıdır.

İlginç bir soruyla karşı karşıyayız, bugün sanat, kültür bir meta mıdır? Kültürün insan yaşamındaki işlevi nedir? İnsanın dünyayı anlayarak sevmesi için gerekli olan nedir? İnsanlar niçin eskisi kadar kültüre, sanat ürünlerine önem vermiyorlar, kim açtı bu işi başımıza? Bütün bu işleri bence başımıza tüketimciler getirdi.
Üstünde yaşadığımız bu toprağın kültürleri dünya kültürüne yardım etmiş, kaynak olmuş kültürlerdir. Bunu bizim kuşak da, Batı'nın bilim adamlarından öğrendik. Bu toprağı pıtırak almış bugün, ama bütün Anadolu'yu pıtırak otu sarmış değil. Şurada kaç kişi pıtırağın ne olduğunu biliyor? Pıtırak hiçbir şeye yaramayan, ekinlerin içinde biten yapışkan bir ottur. Anadolu'da yararsız kişilere pıtırak gibi derler. Öyle bir iyi talih ki bütün toprağımızı pıtırak sarmış değil.
Daha işin sonuna gelmiş değiliz. Hatalar bizi yolun sonuna, uçurumun başına kadar da götürebilir. Yalnız şunu hiç unutmayalım. Bu ülke Mustafa Kemal Atatürk gibi bir başkaldıran devrimciyi, uygulayıcıyı da yetiştirdi. Bu ülkenin bütün karşı devrimcilerine karşın, onların bu ülkeyi kendi bil-diklerince yönetmelerine karşın, Mustafa Kemal Paşa'nın birçok devrimini daha çürütememişlerdir.

Küçük de olsa bir umut ışığı parlıyor. Bu ülkeden Nazım Hikmet, Hakkı Tonguç, Pertev Naili Boratav geçmiştir ve daha niceleri... Bütün ülkeleri eddsi altına bu tüketim toplumu kültürü, buna kültür diyebilir miyiz bilemem, ana kültürü yıpratır ama çürütemez. Hele Anadolu'nun büyük kültürü kökümüzde dururken. Bugünün Türk romanı, şiiri, resmi artık dünyada var olan, yüzümüzü güldürecek duruma gelmiş sanadardır. Türkiye'nin sanatçıları soluk alacak olurlarsa, dünya görkemli sanatçılarla karşılaşacaktır. Bu toprağın kültüründen gelen sanatçıların üstünden baskılar kaldırılınca, eskiden olduğu gibi insanlık kültürüne katkılarımız da olabilir. Bunu gözden hiç kaçırmamalıyız.

Anadolu, coğrafyasından ve çokkültürlü bir toprak olduğundan dünya kültürüne kaynaklık etmiştir. Her şeye karşın Avrupa Birliği'ne gireceğiz, kendi kültür birikimimize sırtımızı dayayınca gene dünya kültürüne katkımız olacak. Gene her şeye karşın, her şeye karşın, diyorum. Anadolu'da yaşayan her halk kendi ana dilini kullanacak. Kendi ana dilinde eğitim görecek, kitaplar yazacak, filmler çekecek.

Biz çokkültürlü toprak olduğumuzun farkına varacağız. Yasakta değil özgürlükte çıkarımız olduğu bilincine varacağız. Varmaya mecbur olacağız. Elimizi çabuk tutmazsak başımıza bölünme belası bile gelebilir. Oysa çokkültürlülüğü ile zengin Anadolu bölünmeye uygun toprak değildir.
Bu çağ artık bölünme çağı değil, bir arada yaşama çağıdır. Bizim de çok kültürlü konumumuzu korumaktan başka hiçbir çaremiz yoktur. Türkiye böyle kalamaz. Kalacak diyenler İttihat Terakki gibi hüsrana uğrayacaklardır.
Ben, sevincin türkücüsüyüm. Onu söylüyorum boyuna. Bütün epopelerde, aşağı yukarı insanlığın macerasında, halkın yarattığı müziğinde, türküsünde, ne kadar acılı olursa olsun, şu var: "Geldik ya!" Ortadirek'in sonunda yazdığım gibi "indik ya, geldik ya!" macerası var ya, onun gibi. Bu dünyaya çok şükür geldik.
Konuşmanın can damarına da geldik. Dünya binlerce çiçekten oluşmuş kültürler bahçesidir. Kültürler her zaman birbirlerini beslemiştir. Her kültür insanlık için bir zenginliktir. Uygarlıklar da birbirini beslemiştir. Anadolu'nun coğrafyası ise bu zenginliği bir şölen gibi yaşatmıştır.
Kültürlerin, uygarlıkların birbirlerini beslemesi, emperyalizme kadar sürmüştür. İlkel insan ve üstün insan kavramı Rönesans'ta öne çıkmıştır. Ve sömürgeciler ilkel dedikleri kültürler üstüne kendi kültürlerini sıvamaya uğraşmışlardır. Böylelikle de insanlığın birçok kültürünü yok ederken, kendi kültürlerini de yozlaştırdıklarının farkına varmamışlardır. İlkel insan - üstün insan kültürü çatışması insanlığa çok zarar vermiştir.
Bunun ardından da ulus devlet çıkmış ortaya. Bu da tek tip kültürü, tek tip insanı, tek tip dili ortaya atmıştır. Artık dünya, tek tipliliğinin gerçek bir demokrasiye ulaşmaya yetmediğini yavaş yavaş anlamış, yok olmaya yüz tutan dillerin, kültürlerin üstüne titremeye başlamıştır.
Dünyadan bir çiçek eksilirse bir renk, bir koku yitmiş demektir Dünya binlerce çiçekten bir kültür bahçesidir. Bu insanlığın zenginliğidir. Bizim gibi ülkeler yüzlerce çiçekli bir kültür bahçesidir.

Hiç yorum yok: